4LoQ. Okyanusta tek başına mücadele veren bir adamı konu alan “Sona Doğru”da Robert Redford oyunculuk, Chandor yönetmenlik şovu yapıyor. Redford’a Oscar mı? Neden olmasın?Saf bir sinema anlayışına dayanan “Sona Doğru / All is Lost”, sezonunen büyük sürprizlerinden biri. Aynı zamanda sezonun çok konuşulan diğer hayatta kalma hikayesi “Yer Çekimi / Gravity”den daha ilgi çekici ve takdiri hak eden bir bir yatta Hint Okyanusu’nda tek başına yolculuk yapan bir adam karakterin ismi yok, uyurken yata dolan sularla uyanır. Yat, bir yük gemisinden düşmüş spor ayakkabılar içeren bir konteynere çarpmıştır. Adam bu kazanın açtığı deliği denizcilik tecrübesiyle kapatsa da radyosu ve yön bulma cihazları bozulur. Çıkan şiddetli fırtınada adam tecrübesiyle hayatta kalabilecek midir?Filmin girişindeki Redford’un sesiyle dinlediğimiz kısa mektup ve aradaki haklı isyan kelimeleri dışında diyalogsuz bir filmle karşı karşıyayız. İlk filmi “Margin Call”la dikkat çeken Chandor, ikinci filmi “Sona Doğru”da işleri basitleştirmek için elinden geleni yapıyor. Müzik az seviyede, Redford tek bir mekanda, okyanusla baş başa... Bütün bu eksiltmelerden soluk soluğa takip edilen bir gerilim çıkaran yönetmenin mekana, açılara, tempoya ve ritme hakimiyeti dört dörtlük. En büyük yardımcısı da yaşıve fiziksel özellikleriyle o role başkası olmazdı diye düşündüren Robert Redford. Aktör, hayatının bir anında takip etmeye başladığımız, geçmişini, kimliğini ve nasıl biri olduğunu bilmediğiz bir karakterde sadece hayatta kalma refleksleriyle özdeşleştiğimiz birini yaratıyor. Redford’un ders niteliğindeki müthiş performansının, Akademi tarafından görmezden gelinmesi ve Oscar’da adının geçmemesi doğrusu büyük bir haksızlık ister istemez sezonun uzayda geçen hayatta kalma hikayesi “Gravity” geliyor. “Sona Doğru” çiğ diyaloglar, kendi kendine konuşmalar, geçmişle ilgili travmalar olmadan da benzer bir hikayenin anlatılabileceğini ilgili bir hikaye“Margin Call”la finansal kriz üzerinden günümüz sisteminin ipliğini pazara çıkaran Chandor, “Sona Doğru”da basit doğa ile insan mücadelesi anlatmıyor. Giyimi, yatı, araç gereçleriyle zengin ve tüketime düşkün bir adam olduğunu anladığımız karakterin, günümüzün sunduğu bütün imkanlarla doğadayken çocuk işçilere yaptırıldığı bilinen spor ayakkabılarla dolu bir konteynere çarpması sıradan bir deniz kazası mı? Yoksa Chandor, tüketime çarpan bir tüketicinin arınarak hayatta kalma çabasıyla yine sistemle ilgili bir hikaye mi anlatıyor? Elbette ikincisi.“Sona Doğru / All Is Lost”Yön. ChandorOyn. Robert RedfordSen. ChandorGör. Frank G. DeMarco,Peter ZuccariniMüz. Alex Ebert“Aşka Yükseliş”e devam ediyorlarİspanyol romantik film “Sensiz Olmaz / Tengo ganas de ti”, 2010 yapımı “Aşka Yükseliş”in devam filmi. Fernando Gonzalez Molina’nın yönettiği filmde, ilk filmin çifti Babi Maria Valverde ve Hache’nin Mario Casas bir araya gelip gelmeyeceği sorusu etrafında Deniz’den yine romantizmÖzcan Deniz’in üçüncü kez yönetmen koltuğuna oturduğu “Su ve Ateş”te bir suç ailesine mensup bir adam Özcan Deniz, işlediği bir cinayetin ardından Londra’ya kaçar. Uçakta Yağmur Yasemin Allen adında, kendi alıştığı çevrenin insanlarına benzemeyen bir kadınla tanışır. Kendisini Kemal olarak tanıtan adamla Yağmur arasında büyük bir aşk başlar. Canlandırdığı sert, maço karakterle kendisine ün getiren “Asmalı Konak”ın Seymen Ağa’sına benzer bir tablo çizen Deniz, televizyon dizilerini hatırlatan bir filme imza atıyor. “Su ve Ateş”, müzik klipleri ve televizyon estetiğine sırtını yaslayan zayıf bir evlilikten manzaralar“Köprüdekiler”le pek çok ödüle sahip olan Aslı Özge’nin yeni filmi “Hayatboyu”, bu yıl Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünün açılışını yapmış, İstanbul Film Festivali’nde ise En İyi Yönetmen ödülü almıştı. Film, ressam Ela Defne Halman ve mimar Can’ın Hakan Çimenser evliliğinin çöküşüne odaklanıyor. Film, kontrollü ve mesafeli anlatımıyla takdiri hak ediyor ve yalnızlıkla ilgili karanlık bir tablo bir aşkAhmet Hoşsöyler’in imzasını taşıyan “Sevgi Taşı”, Diyarbakır’da geçen bir aşk hikayesi üzerinden farklı etnik kökenlerden insanlar arasındaki bağları konu alıyor. Oyuncu kadrosunda Gökhan Mumcu, Zelal Dere, Mehmet Ulay ve Suat Ergin kısaEn kısa film festivali başlıyor14. İzmir Kısa Film Festivali,19 Kasım’da Fransız Kültür Merkezi’nde sinemaseverlerle buluşacak. Ücretsiz festival 24 Kasım’da sona için 10 filmin yarışacağı festivalin özel bölümünde İngiltere, Avusturya ve Gürcistan yapımı beş filmden oluşan “Sinemada Ses” ile Hindistan’dan “Avare” gösterilecek. Arap film dünyasından seçkilerin izletileceği etkinlikte ayrıca özel bir deftere İzmirli sinemaseverler hapishanedeki İranlı yönetmen Jafar Panahi’ye destek amaçlı duygularını yazacak ve defter Panahi’ye iletilmek üzere kızına afişe Türk sineması1960, 70 ve 80’li yıllara damgasını vuran 100’e yakın Türk filminin afişi Ataşehir Novada Alışveriş Merkezi’nde30 Kasım’a dek ücretsiz olarak görülebilecek. Türk sinemasının 100’üncü yılına ithafen açılan sergide Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın başrollerini üstlendiği “Selvi Boylum Al Yazmalım”; Kemal Sunal’ın “Ortadirek Şaban”ı, Fatma Girik’in “Boş Beşik”i; Şener Şen’in “Züğürt Ağa”sı; Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın “Aslan Bacanak”ı; Müjde Ar’ın “Şalvar Davası”; Sadri Alışık’ın “Turist Ömer”i gibi 100’e yakın yapımın afişleri EN ÇOK SATANLARIYERLİ1. CM101MMXI FundamentalsCem Yılmaz2. Hükümet Kadın Sermiyan Midyat3. Ebru Şallı İle 21 Günde Yağlarınızdan Kurtulun - Ebru Şallı4. Başlangıç Serkan Koç5. Romantik Komedi 2 Murat Tokatyabancı1. World War Z - Dünya Savaşı ZMarc Forster2. Lone Langer - Maskeli Süvari Gore of Steel - Süpermen Zack Snyder4. Broken City - Bitik Şehir Allen Hughes5. Hangover 3 - Felekten Bir Gece Todd Phillips
Kendi okyanusunda yenilenler için Yaşlı Adam ve Deniz Merve Gülşah Akgün “İnsan yenilmek için yaratılmadı” dedi dokunaklı bir sesle; “Âdemoğlu mahvolur ama yenilmez.” Ernest Hemingway’in Kübalı bir balıkçının yaşanmış hikâyesinden esinlendiği Yaşlı Adam ve Deniz romanı, yaşlı bir balıkçının büyük balık avlayamadan geçirdiği seksen dört günün ardından yaşadıklarını anlatır. Seksen beşinci gün, balıkçı Santiago yine avlanmaya çıkar, okyanusa açılır. Seksen dört gün kısmetsiz geçmişse ne olmuştur yani, seksen beşinci gün hâlâ kısmetini saklar. Santiago, balık avlayamadığı günlerde sıkıntılar çekmiş, yanında çalışan ve belki de tek dostu olan çocuk başka bir teknede çalışmaya başlamıştır. Ama yaşlı balıkçı umudunu hiç kaybetmez. Umuduyla, tecrübesiyle bir kez daha okyanusa açılacaktır fakat düşündüğünden daha uzun ve yorucu bir av serüveni onu beklemektedir. “Ya bir de her gün ay’ı öldürmeye çalışsaydık?” diye düşündü. “O zaman ay kaçardı. Fakat ya her gün güneşi öldürmek gerekseydi? Şanslı adamlarız vesselam!” Hemingway’in bu kısa romanında anlatılan, bir balıkçı serüveninden fazlası. Kazanmanın, kaybetmenin, umudun, hayal kırıklığının, ne olursa olsun hayata tutunmak için çabalamanın romanı bu roman. İnsan her zaman doğa ile mücadele eder. Kimi zaman doğanın kimi zaman insanın kazandığı bu mücadelenin üzerine yüzyıllarca söz söylenmiştir. Hemingway de ihtiyar balıkçısının içine düştüğü macerayla insanın doğayla ve kendisiyle olan mücadelesine ışık tutuyor romanında. Koca bir balığın peşine düşen ihtiyar, okyanusun ortasında günlerce tek başına kalıyor. Balık yaşamak için direnirken balıkçı da kendi yaşamını sürdürmek için onu öldürmeye, pes ettirmeye çalışıyor. İki inatçı yaratık doğada başbaşa kalınca bir yandan birbirlerinin direncini kırmaya çalışırken bir yandan da birbiriyle özdeşleşiyor. İhtiyar balıkçı, artık öldürmeye çalıştığı balığı kendine can yoldaşı olarak görmeye başlıyor. Ama amacından, onu öldürmekten de bir an olsun vazgeçmiyor. Balık mı kurtulmalı balıkçı mı yakalamalı? Av mı haklı avcı mı? Bu ikilemler roman boyunca devam ediyor okuyucunun kafasında. “Ben her şeyden, herkesten çok onu yakalamak istiyorum. Dünyada herkesten, her şeyden çok. Şimdi ikimiz birleştik, öğlenden beri birlikteyiz. Hem de tek başımıza.” Sadece doğayla değil, kendisiyle de mücadele eder insan. Kahramanımız da okyanusta geçirdiği günlerde kendisiyle hesaplaşıyor, düşüncelerini özgürce akışına bırakıyor. Belki de bir filozofun düşüncelerinden daha derin anlamlara dalıyor. Hayatı, kendisini, mücadelesini sorguluyor. Bunu öyle naif öyle doğal yapıyor ki, okuyan herkes kendisinden bir parça buluyor. Yaşlı Adam ve Deniz, insan hayatının kısacık bir özeti aslında. Doğduğu andan itibaren bir mücadelenin içine atılan, umuduyla yaşayan, yine umudu yüzünden hayal kırıklığına uğrayan insan, Hemingway’in romanındaki ihtiyar balıkçıdır. Bazen avcıdır bazen avdır. Her insan kendi okyanusunda tek başınadır. Bir şeyi söylemenin, anlatmanın binbir türlü yolu vardır. Kimi diyeceğini doğrudan der, kimi alegoriler kullanır, bazısının sözleri içimize işler bazısınınki bir kulağımızdan girip öbüründen çıkar. Ernest Hemingway, neyi anlatmak istiyorsa onu en güzel yoldan anlatan, okuyucusunu soluksuz maceralara çıkaran ve aklına, ruhuna dokunan bir yazar. Küba sahillerinden okyanusun ortasına bir yolculuk yapıp kendinizi, doğayı, tüm yaşamı sorgulamak; insan olmanın aslında ne basit ama bir yandan da ne karmaşık bir şey olduğunu anlamak isterseniz, Hemingway kütüphanenizin bir köşesinde sizi bekliyor olacak. Günlük hayatta şöyle bir durup etrafına bakmaya fırsatı olmayan günümüz insanının, bu yaşlı balıkçıdan öğrenecek çok şeyi var. Merve Gülşah Akgün – 19 Aralık 2017 Bunlar da ilginizi çekebilir “İstisna Mekân; Hukukun Eşiğindeki Kent” semineri 20 Aralık’taBu ajandadan elde edilen gelirle çocukların kütüphaneleri olacak »
Garip bir şekilde huzur veriyor bana bu kitabın kapağı..Sadeliğinden mi,ortasındaki küçücük güzel fotoğraftan mı bilemem.. İncecik zaten,hemencecik bitti..Çok sevdim mi? kapağını çok sevdim ! Altı Çizilen Cümleler - İhtiyarlar niye öyle şafakla uyanırlar azıcık daha uzun yaşayabilmek için mi acep ? sf20 Ve pırıl pırıl parlayan ojelerim P Avon Color trend
Hemingway Yaşlı Adam ve Deniz’i neden yazdı? Erdinç Akkoyunlu İnsanın kaybettiğinde en çok üzülmesi gereken tek şeyin umut olduğunu öğrenmesi için, mutlaka umudunu kaybetmesi gerekiyor. Hayatı romanlardan öğrenmeye ilişkin bir yaşam sürenlerin bile ret edemeyeceği bu gerçeği yine bir roman üzerinden anlatmak da gölgenin gölgesi kadar gerçeküstü bir çaba. Ama yine de gerçek. Ve her gerçek kadar karanlık. Gerçeklerin aydınlık varlıklar olduğuna inanılır. Herkese göre değişen, her çıkara uygun şekillenebilen bir şey nasıl olur da göz kamaştıran bir ışıktan yapılmış olabilir ki? Böyle bir masala anlılar arasında inanmak bir tek insana yakışırdı zaten. Romanlardan ya da bizzat yaşayarak hayatı öğrenmek de ondan aşağı kalır bir gülünç inanış değil hani. Yine de biz inanmış gibi yapalım ve Amerikalı Büyük Öğretici Yazar’, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Ernest Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz romanının bize hayatı öğrettiğini varsayalım, bunu amaçlamayan yazarının mezarda ters dönmesini umursamayarak… Yaşlı Adam ve Deniz, Gulf Stream’de yani tam olarak Küba’da 84 gündür tek bir av yakalamayan ihtiyar balıkçı Santiago’nun hikayesidir. Hemingway’in kutsal kitaplardaki çile, yakarış, felaketler ve direnmeye ilişkin hikayelere metinlerarasalık yaparak yazdığı varsayılan romanı Yaşlı Adam ve Deniz, tam olarak ihtiyar ve kör talihli bir balıkçının birkaç günlük av hikayesidir. Bu romana kutsal metinlere gönderme yaptığı atfını yaptıransa hikayenin insana umudunu kaybetse de direnmeyi öğütleyen yapısından geliyor. Gerçekte ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’na asker ve gazeteci olarak katılmış, kitlesel ölümlerin bizzat ortasında bulunmuş New York’tan Paris’e ve Madrid’den İstanbul’a kadar dünyada yaşamadığı şehir kalmamış Hemingway için, bu tür bir kutsallaştırmanın hiçbir değeri yok. Hemingway, dökme bir Alman çeliği kalitesindeki yazılarıyla sadece anlatmayı seçenler arasında yer alır. Bir başka ve en basit deyişle Ernest Hemingway, sadece roman ve hikaye yazar. İsteyen de istediğini anlar. O, hiçbir zaman Tolstoy gibi okurun elinden düşsel bir elle tutarak sadece kendisinin istediği yerin, istediği bakış açısıyla ama sanki böyle yapılmamış da oraya okur kendi arzusuyla gelmiş gibi yapan bir yazar olmadı. Tolstoy, kendi düşüncesini kabul ettirmek için yazanların en kalitelisiydi ve bunu öyle ince bir fırça darbesiyle başardı ki, Tolstoy’un okuru kendi istediği yere çekişi tıpkı bir karabatağın ağzında tuttuğu misina ile Titanik’i yüzdürmesindeki ihtişama benzer. Oysaki Hemingway edebiyatında Hemingway uzmanlarının üzerine kitaplar yazarak savunduğu gibi Yaşlı Adam ve Deniz, yazarın okura umut aşılamak için anlattığı bir mücadele metni değildir. Yaşlı Adam ve Deniz, bir romandır daha doğrusu bir Hemingway romanıdır. Hepsi o kadar. Sadeliğin ihtişamı Söz konusu Hemingway ile onun Yaşlı Adam ve Deniz romanı olduğunda, hepsinin o kadar olması mütevazılığın da içini boşaltan bir alçak gönüllülük hatta alçaklık olur. Gerçi Hemingway yaşasaydı, onunla Paris’te bir barda viski içerken kendisinin okurun anlama tercihlerini kontrolünde tutmayan bir yazar olduğunu söylemenin dışında başka bir övgü sözü kullanılabilir miydi bilmem. Ama bildiğim bir şey var ki, tam 84 gündür ne büyük ne küçük tek bir balık dahi yakalayamayan Santiago’nun hikayesi, kutsal metinler bu romandan daha önce var olduğu için bir şekilde tüm metinlerin birbiriyle ilişkisinden bir parça daha fazla olarak onlara benzer. Santiago’nun yanında 40 güden fazla miçoluk yapan ama her seferinde eli boş döndüğü için ailesinin başka bir balıkçının yanına verdiği çocuk, Yaşlı Adam ve Deniz romanının anlam kulelerinden biridir. O kule ki, oraya çıkmaya başarabilen sadelikle edebiyatı altın oranda birleştirebilendir. Hemingway’in sadeliğin ihtişamı formu ile yani on kelimeyi geçmeyen cümlelerle ve dil oyunlarına boğulmadan yazılan roman tarzıyla oluşturduğu Yaşlı Adam ve Deniz, edebiyat tarihinin sadelikle inşa edilmiş en güçlü ve güzel yapılarıyla doludur. Bu yüzden Hemingway kendinden sonraki yazarları etkileyebilmesi ve onlara bu amacı gütmese de yol göstermesi nedeniyle benim tabirimce Büyük Öğretici Bir Yazar’dır. Adını bilmediğimiz o çocuk da, dünya edebiyatının en naif ve güçlü karakteri. Talihsizlik nedeniyle avlardan 84 gündür eli boş dönen Santiago’nun ne yiyecek düzgün bir yemeği ne de kalacak ve adına ev denilebilecek bir yeri var. Bu duruma hayli içlenen çocuk ise, son kez denizde şansını denemekten başka seçeneği olmayan Santiago’yu yalnız bırakmak istemez. Santiago ise talihsizliğini bulaştırmaktan korkarak bu yardım isteğini geri çevirir ve Hemingway’in Küba’nın yoksul insan yaşamları arasında Santiago kadar perişanını ve gururlusunu bulamayacağımızı anlatan bölümlerinin ardından vakit denize açılma vaktidir. O büyük av Yeni bir kıta keşfetmek isteyen 15’inci yüz yıldaki meslektaşları gibi olabildiğince uzağa gitmek için küreklere asılan Santiago, sonunda bildiği sulardan epeyce uzaklaştığında kör talihini de geride bıraktığını düşündü. Onu haklı çıkaran da yetmiş yılını geçirdiği denizde o güne dek en hayalperest denizcilerin palavralarında bile karşılaşmadığı büyüklük ve güzellikteki kılıçbalığının zokayı yutması oldu. Santiago, sanki 80 yıllık ömründeki tüm talihsizlikleri yüzgecinin, omurgasının, derisinin, gözlerinin ve kuyruğunun bir kısmını oluşturup şans olarak geri dönmüş gibi bu eşsiz kılıçbalığını gördüğünde bir seçim yapar. Tecrübelerine dayanarak bu balığı tek başına zıpkınlayıp, zaten balık 5 metrelik kayığından daha büyük olduğu için onu bordasına bağlayarak kürekle çok uzaklaştığı kıyıya kadar götürmesinin mümkün olmadığını bilir Santiago. Ama o güne dek hak ettiği şeyleri öylesine elde edememiş ve başarıya, rahata ve paraya öylesine susamıştır ki, zaten onu bu açıktan da açık denize sürükleyen tüm bileşenlerin yapmasını istediği de bir an önce hiç kolay olmayacağı gözüken bu uğraşa girerek, balığı alt etmesiydi. Hemingway’in büyüklüğü burada; hem bu kılıçbalığını yakalamaya muhtaç, hem de bunu tek başına eğer bir peygamber olduğunu kanıtlamak için gereken türden bir mucizesi yoksa asla başaramayacak çaresizlikteki Santiago üzerinden okura sorular sorar. Hayatınızda hak ettiğiniz halde elde edemedikleriniz bir büyük ikramiye gibi ama en kötü şartlar altında karşınıza çıksa ve bu sizin son şansınız olsa, ne yaparsınız? İnsanoğlunun hem ihtiyaçtan hem de aç gözlülükten fırsat peşindeki bir av köpeği olduğunu anlatırcasına edebiyat tarihinin bu en büyük sorusunu bize yönelten Hemingway, ihtiyar balıkçı Santiago’nun hırs ve kibirden arınmış fakat ne tecrübesine ne de doğaya duyduğu sevgiye yakışmayan cevabını bizimle paylaşır. Çocuğun yardımını kabul etmediğine hayıflanarak kılıçbalığını zapt etmek mücadelesine girişen Santiago’nun zihninden o anda Hemingway’in bu ahret sorusu geçmez. Yapmak istediği tek şey, yapmak için yola çıktığı şeyi başarmaktır. İnsanın kararlarını çok da düşünmeden aldığını Hemingway’in kaleminden öğrenerek Santiago’nun 500 kiloluk, kılıcıyla beraber kuyruğuna kadar 7 metreden uzun ve Santiago gibi yaşlı bir insan için güzelliğiyle deniz masallarının yaratıklarından, gücü ve karşı koyma hırsıyla aynı deniz canavarlarından birine benzeyen balıkla mücadelesi başlar. Santiago iki gün boyunca insanoğlunun direncinin kırıldığı tüm sınırları aşar. Tüm gücünü, tüm beklentisini ve tüm dirayetini tüketir ama sonunda kayığının kıçına o sülün gibi, gelin gibi, hayal gibi kılıçbalığını bağlamayı başarır. Öte yandan bu doğa aşığı insan kılıçbalığından ve Tanrı’dan bu av için af diler. Bir yandan avının ne eşsiz bir kılıçbalığı olduğu ile denizdeyken adet edindiği üzere kendisiyle yüksek sesle konuşarak bizi de bu durumdan haberdar eder. Sonuçta Hemingway o her şeye kadir, karakterlerinin zihninden geçenleri en küçük ayrıntısına kadar bilen Tanrı yazarlardan biri değil. Böyle olmadığı için de Santiago’nun yüksek sesle konuşma gibi garip ama bir o kadar da faydalı alışkanlığı olmasa, onun mücadelesini bir anlatıcı sesine boğularak ve neler düşündüğünü dinleyerek öğrenecektik. Muhtemel ki Yaşlı Adam ve Deniz romanı da yazıldığı 1952 yılından kısa bir süre sonra, unutulmuş kitaplar rafındaki yerini almış olurdu. Santiago’nun neler düşündüğünü bize kendi ağzından anlattıracak o yüksek sesle konuşma gibi ince düşünülmüş ama Hemingway’e de Nobel’i getirmiş özellik bir edebiyat dersidir. Ve bu tür bir başlığı edebiyat atölyelerinin modern romanlar bölümünde bulmak yolum oralara hiç düşmese de sanırım pek mümkün sayılmaz. Kılıçbalığını avlamak için her şeyini tüketen Santiago’nun böylesi bir hikayenin kahramanı olduğunu anlatabilmek ve parasını cebine koymak için çok uzaklaştığı kasabaya geri dönmek gibi küçük bir sorunu olduğunu fark ederiz. Tabii Santiago kılıçbalığını alt etmek için zıpkın kullanarak kan akan bir yara açmamış olsaydı, hikayeye kan kokusunu kilometrelerce uzaktan alabilen köpekbalıklarının dahil olması zor görünüyor. Av mücadelesinde zıpkın Atlas Okyanusu’nun dibini boyladığı için kürek ve küçük bir kama dışında kılıçbalığını parçalamak için sürüler halinde gelen köpekbalıklarına karşı koyamayan Santiago’nun durumu, o balığı avlamayla ilgili şartlar gereği mecburi ama bir o kadar da yanlış kararının esirliğine dönüşür. Santiago, dönüş yolunda köpekbalıklarının pek çok saldırısını kahramanca püskürtmesine karşın vahşetlerinin dirayeti insanın azmini parçalayan bu deniz yırtıcılarının avını parçalamasını çaresizle izlemesiyle sonuçlandı. Daha köpekbalıklarının avın en değerli yerinden sanki Santiago’nun eline daha az para geçsin ve dahası böyle yaparak Santiago’nun direnci kırılsın diye aldıkları ısırık, o kılıçbalığını yaşlı balıkçının gözünde kutsal bir armağandan artık bir an evvel kurtulunması gereken bir varlığa dönüştürür. Santiago’nun köpekbalıkları kılıçbalığının bir bölümünü parçaladıktan sonra, artık ne avladığı için özür dilemek ne de o güne değin böylesi bir güzellik gördüğü için şahit olmak amacıyla dönüp dönüp baktığı avına bir daha bakmayışı, Hemingway’in insanın hevesine yaptığı bir sorgulamayı oluşturuyor. Hemingway, hevesi alınana kadar her şeyin güzel olabileceğini ama başa gelen ilk felakette bu düşünsel değerin bir anda yerini öfke ve yılgınlığa bıraktığını, bu nedenle de insanların bir varlığa atfettiği değerin hiçbir zaman aynı kalmadığını tüm o değerin aynı kalacağına dair verilen sözlerin yalan olduğunu söylüyor. Bir köpekbalığı bir kılıçbalığından parça kopardı ve Santiago, sanki 100 bin yıllık insanlık tarihindeki deniz avcılığının en büyük direnç destanını yazmamış gibi nasıl süklüm püklüm ve ruhsuz oluverdi. İnsanlar anlam yükledikleri varlıkların yine bizzat anlamı yükleyen kendileri dışında herhangi bir başka nedenle zarar görmesine tahammül edemeyecek kadar zayıf karakterlidirler. Ve anlam yükledikleri varlıkların, kendileri artık bu anlamı yüklemek istemedikleri zaman ancak yok olmasını talep edecek kadar da bencildirler. Umudunu kaybetmek Santiago’nun bu denli habis özellikleri olmasa da yine de bu standart donanımlara sahip bir insan olduğunu akıldan çıkartmamız gerektiğini bize öğreten Hemingway, sanki büyük öğretici kendi değilmiş gibi perde arkasındaki gizlediği yeri sağlamlaştırır. Santiago’nun dönüş yolunda gittikçe ateşi sönen bir inatçılıkla köpekbalıklarından kılıçbalığını kurtarmaya çalışması ama bunu bir türlü başaramamasını her ısırışta takip ederek, en nihayetinde Küba’ya varır hikaye. Elinde kocaman bir hiç ile gittiği avdan kayığının ardına bağlı ve sadece iskeleti kalmış kocaman bir hiçbir şey ile dönen Santiago’nun aslında başardığı tüm balıkçıların şahitliğinde kayda geçer. Yine de Santiago’nun eline bu iskeletten maddi olarak hiçbir şey geçmez ve yüz üstü yuvarlandığı yoksulluğu ile talihsizliğine gerisin geri döner. Çocuk da bu duruma şahit olur ve yaşlı balıkçının kursağından bir şeyler geçsin diye çabalar. Santiago da bir vakitler Afrika’da gördüğü beyaz aslanlarla dolu rüyasına dalarak, edebiyat tarihinin en güçlü karakterlerinden biri olmayı başarır. Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz romanı ile sabretmek, mucize beklemek, başarmak, azmetmek, af dilemek, elde etmek gibi kavramlarla dolu kutsal metinlere göndermeleri yok. O bir roman yazmış ve hayatı anlatmış. Hayat bunlarla doluysa o da Hemingway’in suçu değil. Olsa olsa Hemingway, Tanrı’nın kişisel mucizeler yaratabileceğini ama her mucizenin insanı mucizeyi dilerken varmak istediği sona eriştirmeyebileceğini söylüyor, bu kadarcık şey söylemeye de hakkı olan büyük bir yazarın ihtişamıyla. Neresinden bakarsanız bakın, Santiago kaybettiği umudunu çok açık denizde arayan ve bulduğu zaman daha çok kaybeden bir yaşlı balıkçı. Eğer Yaşlı Adam ve Deniz olmasaydı, 1952’den sonra büyük romanlar asla yazılamazdı. Ve eğer umudunuzu yeniden bulabilecek kadar güçlü değilseniz, kaybetmeyin. Ya da kaybedin, Santiago ile aramaya çıkın, mutlaka bulursunuz. Erdinç Akkoyunlu – 27 Eylül 2018 Bunlar da ilginizi çekebilir Kedilerden ilham alacağımız altmış şeyÖdüllü öykücünün yeni kitabı yayımlandı “Babam Aharon Usta” »
Ernest Hemingway, 1952 yılında yayımlanan Yaşlı Adam ve Deniz romanıyla 1953’te Pulitzer Ödülü'nü, 1954’teyse Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmıştı. Dünya edebiyatına katkılarından dolayı Hemingway’e verilen Nobel Edebiyat Ödülü'nün sunumunda, özellikle yazarın Yaşlı Adam ve Deniz romanı vurgulanıyordu. O yıllardan sonra Hemingway’le başyapıtı Yaşlı Adam ve Deniz’in tüm dünyadaki ünü giderek arttı. Küçük Prens’in her çocuk tarafından okunduğu gibi, Yaşlı Adam ve Deniz’in de her yetişkin tarafından okunması gereken bir başyapıt olduğu yazılıp söylendi. “İnsan Yenilmek İçin Yaratılmadı. Âdemoğlu Mahvolur Ama Yenilmez” Peki, üç saatte okunabilen, yüz otuz sayfalık bu kısa romanı en önemli başyapıtlarından birisi haline getiren neydi? Hemingway, Florida sahillerinden okyanusa açılan Kübalı yaşlı balıkçıyla, onun kovaladığı kılıçbalığının mücadelesini öylesine gerçekçi anlatmıştı ki, kitabı okuyanlar kendilerini aynı sandalın içinde hissettiklerini söylüyordu. Seksen dört gündür denizden eli boş dönen Santiago, avını yakalamak için eliyle, koluyla, mızrağıyla, küreğiyle, çakısıyla savaşmaya başladığında okurların zihnine de kitaptan bir satır kazınıyordu “İnsan yenilmek için yaratılmadı. Âdemoğlu mahvolur ama yenilmez.” Oysa Hemingway’in kahramanlarının en iyi bildiği şeylerden biridir yenilmek. Bu amansız av boyunca, yaşlı balıkçı yaşamı da sorgular. Kimi zaman kendisiyle, kimi zaman yedekteki kılıçbalığıyla, kimi zaman da köpekbalıklarıyla konuşur. Kılıçbalığını canlıyken de ölüyken de sevdiğini düşünür. Sonra kendini aklayan o ünlü söz gelir “Zaten her şey şu ya da bu biçimde başka bir şeyi öldürmekle meşgul.” Romanın sonunda Kübalı yaşlı balıkçı yenilir mi, yener mi tam olarak bilemezsiniz ama ona içten bir saygı duyarsınız. Çünkü Santiago, mızrağı kılıçbalığının kalbine gönderirken bile avını yüceltmiş, ondan hep sevgiyle söz etmiştir. Avını önce öldürmek için, sonra düşmanlarından korumak için savaşmıştır. Hem de ne savaş, onun için ölümü göze almıştır. Yenerken de yenilirken de istifini bozmamıştır yaşlı balıkçı. Santiago’nun avına gösterdiği saygı büyüleyicidir, okurken aklınıza Jung’un notları gelir. Nil’de yaşayan Dinkalar, bir su aygırını öldürdüklerinde, hayvanın karnını yarıp içine girdikten sonra diz çökerek su aygırının ruhuna şöyle seslenirlermiş “Sevgili ve iyi su aygırı, seni öldürdüğümüz için bizi bağışla. Bunu kötülük için değil, etine gereksinim duyduğumuz için yaptık. Erkek ve kız kardeşlerine öldürüldüğünü sakın söyleme, onlara insanları çok sevdiğini söyle. Biz de seni çok seviyoruz ve etini de severek yiyeceğiz.” Yaşlı balıkçı da yüzyıllar sonra avına Dinkaların gösterdiği saygıyı göstermiştir. “Deniz Bildiğimiz Deniz, Yaşlı Adam da Yaşlı Adam” Yaşlı Adam ve Deniz’i okuyanlardan bir bölümü, romandaki olaylar ve karakterlerin aslında başka şeyleri temsil ettiğini söyleseler de Hemingway bu tür yakıştırmalara prim vermez. Romanın kapitalizmi eleştiren veya İncil’e göndermelerde bulunan semboller içerdiği yönündeki değerlendirmelere karşı Hemingway’in yanıtı sert olur “Kitapta sembolizme ilişkin hiçbir şey yok. Deniz bildiğimiz deniz, yaşlı adam da yaşlı adam. Kitaptaki köpekbalıkları, denizdekilerden daha iyi veya daha kötü değiller. İnsanların kitapta buldukları sembolizm örnekleriyse zırvadan ibaret.” Sadece bu yanıtı bile Hemingway’in eşsiz romanı hakkında yeterince ipucu veriyor Kısa, açık ve anlaşılır. Her şey olduğu gibi, abartısız, içten ve olabildiğince sade. Yaşlı Adam ve Deniz’i bir başyapıt yapan da bu sadeliği olsa gerek. “Yazabileceğimin En İyisi” Ernest Hemingway, Yaşlı Adam ve Deniz için editörüne, “Bu, tüm yaşamım boyunca yazabileceklerimin en iyisi” demişti. Hemingway’in çağdaşı, Nobel ödüllü bir başka büyük yazar William Faulkner ise Yaşlı Adam ve Deniz için şöyle yazmıştı “Hemingway’in en iyi romanı. Bizimkiler -bizimkiler derken çağdaşımız olan yazarları kastediyorum- içinde de en iyisi olabilir, bunu zaman gösterecek. Bugüne dek Hemingway’in karakterleri kendi kendilerini yaratıyor, kendi hamurlarından kendilerini şekillendirip güçlüklerle nasıl baş edebildiklerini kanıtlarcasına, zaferlerini de yenilgilerini de kendi elleriyle hazırlıyorlardı. Hemingway, bu kitapta ilk kez Tanrı'yı keşfetti.” demişti. Bir ateist olan Hemingway’in nasıl olup da Tanrı'yı keşfettiğini anlamak için mutlaka bu kitabı okumalısınız. Yaşlı balıkçı Santiago ve küçük dostu Manolin’in üç saate sığan unutulmaz öyküsünü bir çırpıda okuyacak, bir daha unutamayacaksınız. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesinde yer alan ve Hemingway’in en iyi romanı olarak gösterilen Yaşlı Adam ve Deniz’i indirimli fiyat ve avantajlı kargo seçeneğiyle satın almak için hemen tıklayın.
yaşlı adam ve deniz olayın geçtiği zaman